Puerto Natales ve Torres del Paine Günleri
04.05.2010 – Salı
Yeni durağımız Şili’nin Puerto Natales kasabası. Buranın önemi Torres del Paine milli parkı. Hatta Şili’nin en önemli turistik aktivitesi.Her yıl binlerce turist buradaki trekking rotalarını yapmak için geliyor. En ünlü rota ise 4-5 gün süren W rotası.
Burada çok enteresan bir yerde kalıyoruz. Yine CS’den bulduk ama burası biraz hostel gibi. Evde aynı anda 10-15 CS üyesi kalabiliyor. Aile geçimini biraz buna bağlamış. Her gece CS’den birileri tüm aile ve misafirler için yemek yapıyor, yemek yapmazsa da ailenin kumbarasına para atıyor.
Eve geldiğimizde evin küçük kızı –ki ancak ilkokul 1. Sınıfa gidiyodur- bize tanıtım yapıyor. Çocuklar öyle alışmışlar ki evde 72 milletten insan olmasına. Küçük kızın dışında 3 tane de oğulları var. Evdeki herkes birbirinden garip. Bir de üç ayaklı tripod köpek var. Bir ay önce doğum yapmış, üç tane yavrusu olmuş. Çocuklar yavruları severken Elmyra’ya dönüşüyorlar.
Akşam Fransız bir çift patates, salam ve krema ile basit ama güzel bir yemek pişiriyorlar. Biz de tatlı olarak dondurma alıyoruz. Ufaklıklar biraz yüzsüzleşmiş. Küçük kız “her gelen de dondurma alıyor” diye söyleniyor.
05.05.2010 – Çarşamba
Gece bir kez daha donarak uyuyoruz. Odamızın camı tam kapanmıyor. Dışarda ise yine fırtına var. Delice rüzgar esiyor.
Sonuç olarak sabah yine midem bozuluyor, bir de ishal oluyorum. İshal konusunda yine bir kocakarı ilacı ile karşı karşıya kalıyorum. Aile kömür yememi öneriyor. Ben umursamıyorum. Bu arada evin babası mutfağa gidip 10 dk sonra geliyor. Bir ekmeği ocakta iyice yakmış. Sonra da sıcak suyun içine koymuş. Ekmeğin bütün kömürü suya sinmiş. Bu suyu bana içiriyorlar. Ben yine de bu metodla yetinmeyip eczaneden ilaç almayı tercih ediyorum. Artık hangisi sayesinde oluyor bilmiyorum ama ishalim ertesi güne kalmadan geçiyor 🙂
Bu arada biz de şehirdeki turları dolaşıp Torres del Paine gezimiz için birşeyler ayarlıyoruz. Aslında kamp yaparak birkaç gün geçirmek güzel olur ama dışarısı inanılmaz soğuk olduğu için günübirlik tur yapmaya karar veriyoruz. Tur fiyatları çok oynak. 13,000 pesoya da tur var 21,000’e de. Biz biraz ucuza kaçıp 13,000’lik olanla (yaklaşık 40 TL) anlaşıyoruz.
Hediyelik eşyalar için pasaj gibi bir yer yapmışlar. Orayı geziyoruz. Şehirde ısınabildiğimiz tek yer burası oluyor ama insanlar gazla ısındıkları için burası da delice gaz kokuyor. Nasıl bütün günü bu koku ile geçirdiklerini anlamıyoruz.
Bu akşamki yemeği Şilili bir çift yapıyor. İkisi de 50 yaşın üzerindeler ve geziyorlar. Bize patates, tatlı patates, havuç, soğan ve etli çorba-yemek arası bir şey pişiriyorlar. Aynı yemeği daha sonra Şili’nin değişik yerlerinde restoranlarda görüyoruz. Cazuela diyorlar.
Akşam yemekte aile ile komik muhabbetlere giriyoruz. Bu arada İspanyolcamız’ı farketmeden baya ilerletmişiz ki tüm konuşmalar İspanyolca geçiyor. Bizden yaklaşık 1 ay önce burada kalan Engin’in dedikodusunu da yapıyoruz 🙂 Aile bir de bize Türkler’in cimri olarak bilindiğini söylüyor. Türkler pek para harcamazlarmış o yüzden çok zengin olurlarmış.. 🙂
Muhabbet sırasında evdeki iki velet masanın altında Murat’ın ayakkabılarının bağcıklarını birbiri ile bağlıyorlar. Neyse ki Murat ayağa kalktığında düşmeden kurtulabiliyor.
06.05.2010 – Perşembe
Sabah erkenden tur bizi evin önünden alıyor. Sadece 4 kişiyiz. Düşük sezonda gezmenin güzelliklerinden birini yaşıyoruz yine.
Yolda bir koyun sürüsü ile karşılaşıyoruz. Sürünün başında iki tane atlı çoban 5-6 tane de köpek var. Çobanların ıslığına göre köpekler müthiş bir şekilde sürüyü topluyorlar. Patagonik koyunlara en çok yaklaştığımız zaman bu an oluyor 🙂
Koyunların hemen ardından inek sürüsü ile karşılaşıyoruz. Hani şu Türkiye’ye ithal edilen ve yerli üreticilerin büyüklüğü karşısında şaşırdıkları inekler… Özgür özgür doğada otlayınca hayvanlar da besili oluyor tabi..
İlk durağımız Mylodon mağarası. Burası Bruce Chatwin’in Patagonya’da kitabında önemli bir yer teşkil ediyor. Patagonya’ya ilgiyi çeken yerlerden birisi. Şu an içeride bir Mylodon heykelinden başka bir şey yok ama özel bir yer. Mylodon ise milattan önce var olan tembel hayvan cinsi memeli bir hayvan.
Bir güzellik de park girişine ödediğimiz parada. Normal sezonda 15000 gibi yüksek bir giriş ücreti varken biz sadece 8000 ödüyoruz. Yüksek sezonda insanlar giriş parası ödememek için türlü taklalar atıyorlar. Şili vatandaşları ise 3000 peso gibi komik bir paraya giriyorlar.
Girdikten bir 10 dk kadar sonra arabamız bozuluyor. Şoför geri geri giriş noktasına dönüyor. Arabaya su koyuyor. Tamam diyiyp biraz ilerliyoruz aynı şey. Yaklaşık 3 kereden sonra şoför ve girişteki görevliler bazı parçaları söküp tamir etmeye çalışıyorlar. Yaklaşık bir saat kaybettikten sonra yola devam edebiliyoruz.
Parkın içi çok zengin. En önemli yeri parkın adını aldığı Paine kuleleri. Karlı dağlardan dimdik çıkan kule şekilli masif kayalar. Türlü açılardan fotoğraflıyoruz.
Torres del Paine milli parkındaki birkaç manzara noktasına kısa yürüyüşler yapıyoruz. Bir sürü guanaco görüyoruz. Çok güzel göller geçiyoruz. Rüzgar çok deli. Yürümekte zorluk çekiyoruz. Yanımızdaki çift manzaralara bakmak yerine her noktada öpüşmeyi tercih ediyorlar.
En son glacier (buzul) olan kısma gidiyoruz. Burada rüzgar iyice abartıyor. Düz yürüyemiyorum. Rüzgar savuruyor. Glacier’in kendisi çok uzakta ama ondan kopan küçük buz dağlarını görebiliyoruz. Hatta bunlardan minik bir tanesini Murat havaya kaldırarak güç gösterisi yapıyor, bu arada da elleri donuyor. Yanımızdaki çift ise glacierle ilgilenmeyip arabada kalmayı tercih ediyor!!
Hızlı oynatılan bir film gibi Torres del Paine gezimizi tamamlıyoruz. Akşam evde Rus bir kızla karşılaşıyoruz. Torres del Paine ’de kamp yapmaya kalkışmışlar. Delice donmuşlar. En son kız pes edip arkadaşını parkta bırakıp Puerto Natales’e dönmüş. Günlük tur aldığımıza seviniyoruz.
Bugün yemek yapma sırası bizde aslında ama aile bizim çok yorgun geleceğimizi tahmin edip makarna yapıyor. Biz de evden ayrılırken kumbaralarına biraz para bırakıyoruz.
Gülen & Murat
30.07.2010
Muhteşemsiniz gençler
heyecanla okuyorum sizi, 50 yaşüstü Şilili ailenin HC gezgini olmaıs beni de yüreklendirdi biz de mi yapsak acaba?
Sibel Akkol