Tayland’ın Bangkok’tan önceki başkenti, yanan şehir Ayutthaya’ya doğru yola çıkıyoruz. Yine Somphop ve ailesi ile birlikteyiz. Ayutthaya yolunda önce yazlık kraliyet sarayı Bang Pa-In Palace’a gidiyoruz. Giderken yolda pirinç tarlalarına uğruyoruz. Pirinçler olgunlaşmaya başlamış. Bazı tarlalarda toplamaya bile başlamışlar. Daha önce pirinci bitki halindeyken yakından görmemiştik. Buğday başağı gibiymiş.
Tayland’da saraylara şortla giremiyorsunuz. Bu sarayın girişinde de depozito karşılığında uzun bir etek veriyorlar bana. Görevli kadın beni giydiriyor, bir de üstüne tembih ediyor. Sarayın hiç bir yerinde eteği çıkartıp şortla gezmemeliymişim.
Burası 1600’lü yıllarda yapılıp sonradan unutulmuş yerlerden biri. Sonra 1800’lerde Kral Rama IX zamanında renovasyondan geçiyor, yeni yerler ekleniyor ve günümüzdeki halini alıyor. Günümüzde kraliyet ailesinin bazı davetleri için kullanılıyor.
Avrupa etkisinin bol bol hissedildiği bir saray. Aşağıdaki fotoğraftaki heykellerden de anlayabilirsiniz. Gölün ortasındaki yapı dışında Thai tarzında başka bina yok.
İlgi çekici kısımlarından birisi de aşağıdaki Çin tarzı rezidans. Çin’de yapılıp Kral’a hediye edilmiş. 
Yine muhteşem bahçe düzenlemeleri var. Fillerden aile yapılmış 🙂 
Kralın kızlarının rezidanslarından biri.. Bu evlerden bir sürü var saray içerisinde.
Ve tabi bahçede gezen monitör kertenkeleler!!
Saray çıkışında yerel pazarlardan birine gidiyoruz. Kongklong market. İçerisi tıklım tıklım. Yerel tatları da deneyebiliyorsunuz burada.
Ayutthaya’da bir de filler var!!!! Filleri besleyebiliyorsunuz, onlarla fotoğraf çekilebiliyorsunuz veya fillerle tura çıkabiliyorsunuz. Aslında hepsi fillerin istismarına giriyor. Onlarla birlikte bir fotoğrafım olsun istiyorum ama sahiplerinin elindeki kancalı sopaları görünce vazgeçiyorum. Ben de gidip filleri besliyorum. O kadar komikler ki. Salatalıkları löp löp götürüyorlar.
Sokakta yürürken fillerle karşılaşabiliyorsunuz 🙂 Eskiden filleri savaşlarda kullandıklarını düşünmek çok korkunç.. Ne kadar vahşidir kim bilir ortam..
Ve sonunda geliyoruz Ayutthaya’ya. 1350 yılında kurulan bu şehir Siam Krallığı’nın 2. başkenti. 1767’de Myanmarlılar tarafından yakılıyor, halk burayı terketmek zorunda kalıyor. Yakılmadan önce ise Asya’nın en büyük şehirlerinden biriymiş. Ticaret dolayısıyla baya zengin bir şehirmiş. O dönemde Paris’le karşılaştırılırmış. Yani anlayacağınız, bir “doğunun Paris’i” vakası burada da varmış.
Koca bir şehir yandığı için haliyle kalıntılar da çok geniş bir alana yayılmış. Biraz da işin çakallığına girmişler. Her alannın girişinde ayrı para ödüyorsunuz. Caddenin iki yakası olsa bile. Hemen hemen hepsinin girişi 100 baht.
Tamamını bir günde gezmek zor. Aradan seçmece yapmak lazım. Bizde araba olduğu için biraz daha rahattık. Bisiklet kiralayıp gezen de çok var.
Wat Lokayasutharam
Ayutthaya’da yaşayacağınız ilk şok… Yine dev bir yatan Budha. Bu sefer turunculara kaplanmış, çok etkileyici bir hal almış. Tuğla ve çimentodan yapılmış. 37 metre uzunluğunda, 8 metre yüksekliğinde.
Wat Phra Ram
Wat Phra Si Sanphet ve Royal Palace
Aşağıdaki tapınak şu an Ayutthaya’da aktif olarak kullanılıyor. 
Aşağıdaki Budha heykeli 1538’de yapılmış. Yangında yanmış, bir kısmı kırılmış. Daha sonra yenilenmiş ve kaplanmış. Yani dış kaplamanın içinde eski heykel varlığını sürdürüyor. Tayland’daki en büyük Budha heykellerinden biri.
Ağaçlara hindistancevizlerini bırakmışlar ki sincaplar yesin…
Wat Maha That
Ayutthaya’nın sembollerinden biri. Ağaç kökleri içindeki Budha kafası. Buraya nasıl geldiği tam olarak bilinmiyor.
Wat Yai ChaiMongkhon
Ayutthata’nın en güzel yeri. Diğerlerinin toplandığı alandan bir kaç kilometre uzakta. Bizim gidişimiz tam güneş batışına denk geldi. Renkler, atmosfer muhteşemdi…
Gülen















