Hong Kong için sadece gökdelenlerden ibaretmiş gibi bir önyargımız vardı. Yine de hazır bu kadar yaklaşmışken görelim diye Hong Kong’a gittik. Meğer yanılmışız. Hong Kong çok daha fazlasıymış.
Gece çok geç saatte Hong Kong’a vardık. Pasaport işlemlerimiz tamamlandığında saat 23:00’ü bulmuştu. 2. geceden itibaren couch surfing’den kalacak yer ayarlamıştık ama ilk gecemiz boştu. Gidince buluruz bir yer diye önceden hostel de ayarlamamıştık. Havaalanında otelleri kontrol edince şok olduk. En ucuz oda 200 usd’den başlıyordu. Tamam, Hong Kong’un pahalı olacağını tahmin etmiştik ama bu kadarını da beklemiyorduk. Neyse, normali bu değilmiş zaten. Çin’de resmi tatil olduğu için herkes Hong Kong’a akın etmiş ve otelleri doldurmuş. Fiyatlardaki uçukluk ondanmış. Biz de mecburen havaalanında kaldık. Benim için de bir ilk oldu. Havaalanı o kadar soğuktu ki sabaha kadar titredim resmen.
Sabah ilk iş olarak Octopus card aldık birer tane. Bu kart alışkın olduğumuz ulaşım kartlarına ek olarak Hong Kong’un pek çok yerinde alışveriş imkanı da sunuyor. Sadece Octopus Card kullanarak hayatta kalmak mümkün. Alışverişi çok kolaylaştırmışlar.
Kartlarımızı doldurup hostumuzun evine gittik ve beklediğimizden çooook farklı bir ortamla karşılaştık. Ev Lantau Adası’ndaydı. Yeşillikler içinde, herkesin ulaşımını bisikletle sağladığı bir ortam çıktı karşımıza.
Ev sahiplerimiz Gale ve Simeon ise on numara beş yıldız insanlar çıktılar. Evde arkadaşlarının annesi için hazırladıkları doğumgünü kutlamasına denk geldik. Herkes bir şeyler yapıp getirmiş. Şen şakrak kahkalar, harika sohbetlerle hatta bir de yüz boyama ve Hint kınası ile dolu saatler geçirdik. Güney Amerika’da kaldığımız evler gibi sıcak bir ortam vardı.
Günün ilerleyen saatlerinde ise geri dönüştürülmüş kağıtlardan balıklar yapmaya başladık. Gale’in 1000 tane balık yapmak gibi bir projesi var. Onun bir parçası olduk biz de.
Balıklar bu şekilde hazırlanıyor, kuruduğunda da boyanıyor. Aşağıdaki gibi balıklar çıkıyor ortaya.
Hatta yattığımız odada da barakuda sürüsü vardı. 🙂
Balıkları da bitirince grubun bir kısmı evlerine döndü. Kalanlarımız da dışarıya yemeğe gittik. Yerellerle hem evde hem de dışarıda yemek yemek en sevdiğimiz şeylerden biri. Normalde dil bariyeri dolayısıyla veya cesaret edemediğimiz için sipariş edemediğimiz şeyleri yeme fırsatı buluyoruz böylece. Bir de Asyalılar özellikle de Çin kökenliler çooook fazla yemek yiyorlar. Masaya sıra sıra bir sürü yemek geliyor. Burada da öyle oldu.
Yemeklerden biri de haşlanmış tavuktu. Tavuğu kafasıyla birlikte getirmişler. Meğer masadaki en yaşlı insan yermiş o kafayı veya iş yemeklerinde en kıdemli kişiye düşermiş kafa kısmı. Eskiden bu adet çok önemliymiş. Şimdilerde ise daha çok yenmeyip tabakta bırakılıyormuş.
Ertesi gün Hong Kong’un en yoğun nüfuslu bölgesi Kowloon’a geçtik. Feribotla geçince hem Kowloon’daki hem de Hong Kong Adası’ndaki gökdelenleri görebildik.
Kowloon dünyanın en yoğun nüfuslu yerlerinden biri. Kilometrekareye 43.000 insan düşüyor.
İlk durağımız Hong Kong Kültür Merkezi oldu.
Kültür merkezinin arkasında da aşağıdaki fotoğraftaki dev ses konisini gördük. Koninin içine bağırıp sokaklarda sesimizi yankılattık 🙂
Kowloon bölgesi tam bir alışveriş cenneti. Enteresan alışveriş sokakları var. Çiçekçilerle dolu Flower Market, her türlü kuş ve kuşçuluk ürününün satışdığı Bird Market ve pet shoplar ve Japon balığı satıcıları ile dolu Golden Fish Market bunlardan bazıları.
Ayrıca bir Asya klasiği olan gece pazarlarında da her türlü ürünü bulmak mümkün. Her yer uyduruk Çin ürünleri ile dolu 🙂
Gece pazarları etrafında bir sürü deniz ürünü restoranı da bulmak mümkün ama fiyatlar dudak uçuklattığı için oralarda yemedik. Hong Kong Asya’da şimdiye dek gezdiğimiz en pahalı ülkeydi. Singapur’da bile ucuza çok güzel yemekler yiyebilmişken Hong Kong’da bulduğumuz en ucuz yer Mc Donalds’tı ne yazık ki.
Biz oradayken Avenue of Stars’da inşaat çalışması olduğu için kapalıydı. Biz de Avenue of Comic Stars’a gittik. Çizgi film kahramanlarının dev heykellerini yapmışlar ama karakterlerin hiç biri tanıdık değildi!!! Asya ülkeleri ve çizgi film denince farklı dünyalarda yaşıyoruz galiba. Ya da belki de oradaki çizgi film karakterlerini tanımayacak kadar yaşlanmışızdır.
Gece son olarak da kültür merkezi civarında “Symphony of Lights” adı verilen ışık gösterisini izledik. Müzikle ve gökdelenlerin aydınlatmasının uyumuyla olacak bir şov yapmışlar ama müzik ve ışıklar birbirine uymamış, puan kırdık biraz 🙂
Hong Kong’da iki ayrı host bulmuştuk. İkinci hostumuza gitmek üzere Gale ve Simeon’un evinden ayrıldık. Doğumgünü partisinde tanıştığımız Fransız bir çift vardı. Vapura binmeden onlarla karşılaştık. Meğer Gale bizim gideceğimizi söylemiş. Onlar da bize veda etmeye gelmişler. Böyle tatlı insanlarla tanıştık işte Hong Kong’da.
İkinci hostumuz Randy’nin evi ise Hong Kong’un en popüler ve eğlenceli bölgesi Soho’daydı. Her tarafı tasarım dükkanları, lokantalar ve barlarla dolu bir bölge.
Mahalle çok dik bir yokuşa kurulu olduğu için en tepeye kadar yürüyen merdiven yapmışlar!!! Zenginliğin gözü kör olsun. Yürüyen merdiven yoğun saatlere göre günün bir kısmında yukarıdan aşağı, bir kısmında da aşağıdan yukarı çalışıyor.
Soho’da sokaklarda rastgele dolaşmak çok eğlenceli. Çok eğlenceli dükkanlar bulmak mümkün. Benim favorim ise aşağıdaki şekerci oldu. Kendimi kaybettim içeride.
Hong Kong’da gökdelenlerin tepeden görülebileceği en iyi yer The Peak. Buraya 5 numaralı iskelenin önünden kalkan 15 veya 15B numaralı otobüslerle ulaşmak en ucuzu. Yukarıya ulaşınca da manzarayı bedava görmek için oradaki alışveriş merkezinin terasına çıktık.
Hong Kong’da son olarak bir de tramvay turu yaptık. Tramvay Hong Kong Adası’nı doğu batı doğrultusunda neredeyse baştan sona geçiyor. Üstelik çok da ucuz. Belki de Hong Kong’da yapılabilecek en ucuz aktivitelerden biri. Tramvayda üst katta en ön koltuğa kurulup bir nevi sightseeing turu yaptık.
Bir günümüzü de Macau’ya ayırdık. Macau’dan ayrı bir yazıda bahsedeceğim.
Hong Kong modernliği ve tatlı insanları ile aklımızda kalacak bir yer oldu bizim için.
Gülen